Monday, October 17, 2011

Acik Mektup.


Beyaz kagit dunyanin en seksi seyi demisti, galiba Henry Miller. Cunku yaz yazabildigin kadar. Istedigini yaz. Soyle dedim, boyle oldu, ben aslinda soyleyim boyleyim, o soyle boyle… Okuyan yok baska nasilsa istedigini soyle. Kufur et. Seviyorum lan de. Yaz istedigini. En guzeli de (!) sonra geri donup okumak. Bak ne kadar hakliyim iste, buraya da yazmisim bilmem ne zaman.. Muhatap var. Ama gizli. Karsinda degil. Karsi cikan yok, tez ileri suren yok, fikir veren lafini bolen yok. En guzeli dogru / yanlis diyen yok. Hep sen haklisin. Kafan karisik da olsa oraya yazdin mi sanki gercek zannetme tehlikesi var tabii. Yazinca goruyorsun ve gozle gorunce de biz insanoglu her seyi gercek zannediyoruz maalesef. Yazinca beyaz sayfaya tamam. Buyum ben, dogruyum, hakliyim. Gercegim. Varim.

11 yasimdan beri gunluk tutuyorum. Hep soylenmek istedigim zaman yazdigimi fark edince erken yasta asik oldugumda, guzellikler, basarilar ve mutluluk veren seyler oldugunda da yazmaya basladim. Bir de yazdigim seylere cok inanmamayi ogrendim. Geri donup okumamaya calismayi da… Yoksa cok buyuk kafa karisikligi oluyor. Yasadigin seyler ve o anda hissettigin seyler arasindaki fark buyuk oluyor. Ama insan yine de yazdigina inaniyor, kendini kandirabiliyor. Yazmisim iste buraya, evet ya, iste boyleyken boyle, tabii tabii…

Ben muhatap seviyorum. Karsimda olsun insan her haliyle. Kafa karisikligi ile, gercek gercek konussun bana, soylesin, anlatsin. Iletisime inaniyorum hala. Gerci zamanimizda geri kafali damgasi yiyecek kadar ortaliktan kalkti boyle insanlar ama olsun. Oraya buraya yazmayi sevmiyorum, FB’ymis Twitter’mis. Yuzune soylemek istiyorum insanlarin. Yuzume soylensin istiyorum. Ozel anlar olsun istiyorum o yuzden. ‘Seni seviyorum’ diyebilmek, ‘seni ozledim’ diyebilmek. En onemlisi sana ihtiyacim var diyebilmek. Ne kadar fena bir laf oldu bu. Odu patliyor insanlarin birbirlerine ihtiyac duymaktan. Neden bu kadar zor? Ben de cok kasiliyorum birisine ihtiyac duymaktan. Netekim elim sakatlaninca anlamistim ne kadar rahatsiz oldugumu bu konuda. Net. Kimseye ihtiyacin olmasin yavrucugum tek basina idare edebilmelisin. Ben bu konuda yazmistim hatirliyorum gecen sene kazadan sonra, biz gerilla egitimi aldik ailemizden ablamla diye. Bir tane daha insan tanidim gecen sene sanki bu vesile ile bilmiyorum rastlanti mi? (46 sana diyorum). Cok zorlaniyorum ben birisinden bir sey isterken bile. Ama ne diye o zaman hep birlikte yasiyoruz? Bunu cozemiyorum. O zaman herkes kendi evinde, eskisi gibi ne guzel bahceler icinde yasayalim, kurtulalim kollektif hayattan. Komsumuz, is arkadasimiz olmasin. Yanyana dustukce saldirgan bir ‘benim kimseye ihtiyacim yok’ durumu olusmus. Ve fakat insanlar sokaklara cikti iste hep beraber. New york, Roma, Madrid, Atina kavruluyor ortalik. Bireysellik biraz tak etti galiba. Bu tek basima ayakta durayim diye yaptiklarimiz, cok calisma para kazanma v.s.. kapitalizm’in ozgurluk diye tanimladigi alim gucu pompa(lama)si zortladi. Bakalim nereye?

Dun gece bir film izledim. Love and other drugs.  Maki vermis idi. Ask hikayesi aslinda ama hos bir film. Yavru Anna Hathaway Parkinson olmus sanatci bir kizi oynuyor. Filmin sonunda bir yerde tipik yeniden birlesme hikayesi var. Erkek kizin pesinden gidiyor iste bildigimiz, ve diyor ki kizimiza “I need you”. Aha! O da diyor ki “I will need you more”. Hasta ya yavrucak! Erkek de diyor ki “Everybody needs someone”. Aglasiyorlar bir yandan tabii. Ben de onlarla hungur hungur agliyorum. Hadi bakalim buyur burdan yak! Bayagi fiction geldi bana birisinin digerine “I need you” demesi o anda. Ne gunlere kaldik!
Bu arada ben de ‘there is someone for everyone’ diye sarki yazmistim. Henuz kaydedemedim. Yakinda kaydederim bence!


p.s. bu yaziyi yazdiktan 2 saat sonra yeniden toplanmam (yine ve yeniden yer degisikligi) gerektigi icin sirt cantami actim icinden soyle bir not cikti: 'biz seni cok severiz'. imzaya gerek bile yok. annem beni havaalanina biraktiginda cantama not atmis. iste boyle bir sey. 

1 comment:

Nesta said...

stoik insanın açık denizi oldu fb, twitter...
ve yazılanlar da aslında şişe içine tıkılmış ufak kağıtlar.
herkes biliyor sanılıyor ama aslında kimsenin haberi yok.
maksat da oydu. zaten çalışmamaya özen gösteren beyin ve vücudun iyice hissizleşip durgunlaşması hedeflenmişti. aksini ispat edebilir mi sayın 'sucker'berg?

bazen hayaletleri kovaladığımızı düşünüyorum. ve işin kötüsü kendi ruhumuz da burnumuzdan çıkıp gidiyor o koşuşturmaca içinde.

yardım talep etmek, ihtiyaç duymak konuları zaten çok ağır. o köyün lisanı başka türlü bir olay.
tatlı duyuluyor, insanlar köyü ziyarete geliyor ama kimse kalıp anlamaya gayret de edemiyor, ne acayip işler!
ve işte bu yüzden seni o köyün muhtarı, kendimi de köyün delisi ilan ediyorum!
(işin kötüsü; köyün iki kişilik nüfusu olarak, birbirimizi mi ağırlıyoruz acaba?)

p.s: taşı atıyoruz ve kırk akıllıyı mumla arıyoruz.değil mi muhtar emmi?